28 Ağustos 2010 Cumartesi

Halep- Palmyra

Halep’te dört gün kaldık. Evinde kaldığımız Bashar’ı ‘çok sevdik’
Her sabah, Fairouz dinleyip kahve içerek uyandık. Akşamlarıysa sohbete ud eşlik etti.
Şam’a gitmek için evden ayrılırken, güneş gözlüğünü ödünç verdi.
‘Tekrar görüşeceğiz’ in sembolik haliydi gözlük. Görüştükte…
Bashar’ı Barış Manço hayranı yaparak geride bıraktık.

‘A de bakayım -A- bi de Y de -Y- şimdi bi de I -I-
Oku bakayım AYI oku bakayım AYI…’

Bir diyalog geçti aramızda şöyle ki;

Bashar içeride oturuyordu, ben balkondaydım.’Şeydaaa!’ diye seslendi, ben Türkçe cevap verdim ‘efendiim!’ sonra yanına gittim. O kendi dilinde bir şeyler söylemeye devam etti, ben kendi dilimde karşılık verdim. Birbirimizin söylediklerine anlam yükleyip cevap veriyor bu iletişimsiz iletişimi sürdürüyorduk. Arapçayla, Türkçe anlaşıyorduk.





Palmyra’da çölde, çadırda yaşayan bir ailenin geliniyle konuştuk. Parmaklarımızla işaret ettik yaşlarımızı. Ben iki kere on parmağımı ileri geri oynattım yirmi oldum. O on dokuzu işaret etti. Senden bir yaş küçüğüm ve iki aylık hamileyim dedi aynı dili kullanarak. Yüzü dövmeli, evin en büyüğü olan teyze; şimdiki gençler böyle dövme yapmıyor dedi kendince. Sarılıverdi bize fotoğraf çekmek isteyince ‘Kendimi evimde gibi hissettim’dedi Serfiraz o sıcaklığı ve kültürüne olan yakınlığı görünce.



Palmyra'da güneşin doğuşunu ve batışını görmek, yanında devesi, sohbet etmeye hevesli iri kıyım amcalara, şifalı olduğu iddia edilen masaj yağlarını denetmekte ısrarcı garip suratlara rağmen çok güzeldi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder