30 Ağustos 2010 Pazartesi

Suriye- Lattakia

Lattakia’ya tavsiye edildiği üzere trenle gittik. Tenten fanatikliği Lonely Planet’te bile bahsedilmiş Mohammed Ziadeh’in aile otelinin terasına göz dikmiştik kalmak için. Terası görmek için bindiğimiz asansörde başladı Tenten sohbeti. Hazinesinden haberdar değildik henüz. Hazinenin saklandığı yer giriş katıydı. Çeyizlerini gösterir gibi önce sandığının kapağını açtı, sonra dünyanın birçok yerinden topladığı Tenten serilerini elime tutuşturmaya başladı. Arapça, Fransızca, İnglizce, Almanca, Türkçe…Tenten maketleri, Belçika postasının 1979'da Gençlik Pul Koleksiyonculuğu Günü’nü kutlamak için bastırdığı Tenten pullarından, Tenten kalemleri…Bunları görünce Belçika’ya gidip gitmediğini sordum.’Henüz fiziksel olarak gitmedim’ dedi.Aynı zamanda iyi bir kopyacı kendileri. Defterime Asteriks ve Oburiks çizip isimlerimizin Arapçalarını da yazdı. Lattakia’nın krokisi üzeriden çizdiği kopyalarla Tenten, Milu, Kaptan Haddok ve Profesör Turnösol da gezmenize yardımcı oluyorlar. Bana da Tenten ruhu aşıladığı için sevgiler, saygılar Mohammed’e.



28 Ağustos 2010 Cumartesi

Suriye-Hama



Tuğba, Cedric ve ben Hama’dayız. Şehirden yüksekçe bir tepede, parkta geziniyoruz. Tam da iftar vakti.    Bir sürü aile piknik masalarına oturmuş yemek yiyiyor. Tuğba; ‘ Keşke biri bizi yemeğe davet etse’ diyor guruldayan midelerimizi düşünüp ve davet ediliyoruz. Yemekte tavuk var. Tavukları, çatal bıçak kadar kullanışlı elleriyle, samimiyetle koparıp koparıp koyuyorlar önümüze. İçecekler biter bitmez tekrar dolduruyorlar telaşla. Tavuğu mıncıklamışlar, ekmekleri yere koyup satmışlar, yere balgam atmışlar… Evet, bunları görüyoruz ama olan bitene, kıllarını umursamayan Fransızların koltukaltına bakar gibi bakıyoruz, garipseyemiyoruz, umursayamıyoruz bizim hijyen anlayışımızdan farklı oluşlarını bir kültürün parçası olarak algılıyoruz.



Halep- Palmyra

Halep’te dört gün kaldık. Evinde kaldığımız Bashar’ı ‘çok sevdik’
Her sabah, Fairouz dinleyip kahve içerek uyandık. Akşamlarıysa sohbete ud eşlik etti.
Şam’a gitmek için evden ayrılırken, güneş gözlüğünü ödünç verdi.
‘Tekrar görüşeceğiz’ in sembolik haliydi gözlük. Görüştükte…
Bashar’ı Barış Manço hayranı yaparak geride bıraktık.

‘A de bakayım -A- bi de Y de -Y- şimdi bi de I -I-
Oku bakayım AYI oku bakayım AYI…’

Bir diyalog geçti aramızda şöyle ki;

Bashar içeride oturuyordu, ben balkondaydım.’Şeydaaa!’ diye seslendi, ben Türkçe cevap verdim ‘efendiim!’ sonra yanına gittim. O kendi dilinde bir şeyler söylemeye devam etti, ben kendi dilimde karşılık verdim. Birbirimizin söylediklerine anlam yükleyip cevap veriyor bu iletişimsiz iletişimi sürdürüyorduk. Arapçayla, Türkçe anlaşıyorduk.





Palmyra’da çölde, çadırda yaşayan bir ailenin geliniyle konuştuk. Parmaklarımızla işaret ettik yaşlarımızı. Ben iki kere on parmağımı ileri geri oynattım yirmi oldum. O on dokuzu işaret etti. Senden bir yaş küçüğüm ve iki aylık hamileyim dedi aynı dili kullanarak. Yüzü dövmeli, evin en büyüğü olan teyze; şimdiki gençler böyle dövme yapmıyor dedi kendince. Sarılıverdi bize fotoğraf çekmek isteyince ‘Kendimi evimde gibi hissettim’dedi Serfiraz o sıcaklığı ve kültürüne olan yakınlığı görünce.



Palmyra'da güneşin doğuşunu ve batışını görmek, yanında devesi, sohbet etmeye hevesli iri kıyım amcalara, şifalı olduğu iddia edilen masaj yağlarını denetmekte ısrarcı garip suratlara rağmen çok güzeldi.


25 Ağustos 2010 Çarşamba

Dediler 2



‘Why not?’ dedi  Sam.(Suriye- Halep)
‘Kendimi Çin'de gibi hissediyorum’ dedi Tuğba (Suriye-Şam)
‘Şam’ın diğer yüzünü göreceksiniz.’ dedi Eminenur. (Suriye –Şam)
‘Fairouz ve kahve’ dedi bakkal amca. (Suriye- Şam)
‘Hayalim İstanbul ’a gitmek.’ dedi Alaaddin. (Suriye-Hama)
-Evini özledin mi?
-Yok, daha değil. Peynir yemeyi özledim.
 -Sen?
-Yüksek sesle müzik dinlemeyi özledim, kulaklıkla dinlemeyi sevmiyorum, bir de yemekleri özledim.
dedi Cedric. (Suriye-Hama)
‘Biraz daha rüzgarda durursam ishal olucam.’ dedi Şeyda. (Suriye- Homs)
‘Kendimi evimde gibi hissettim.’ dedi Serfiraz (Suriye-Palmyra)
‘Kadiköy’de Nazım Hikmet  Kültür Merkezi  var, biliyor musun? Şimdi orada yemek yemek isterdim.’
dedi Marco (Suriye-Şam)
‘Zafer böcekleri toplasana.’ dedi Atilla. (Suriye-Şam)


14 Ağustos 2010 Cumartesi

arkadaşım eşşek



13.08.2010
Herkes kendi dilinde sarkı soyluyor sırayla, sonra hep birlikte Barıs Manco' dan arkadasım essek nakaratını soyluyoruz .Arapca ‘cok pahalı’ diyoruz, Turkce ‘cok ozledim’ Fransızca yı telaffuz edemiyoruz zaten. Benzerliklerimize heyecanlanıyoruz, farklılıklarımızı garipsemiyoruz, uyum sağlıyoruz.Cilve gözü sınır kapısını asıl simdi geciyoruz. Küçümen bir evde yedi ayrı karakter, yedi ayrı kültür uyuyoruz.

Sınır


11.08.2010
15.06
Hatay’ dan Halep’ e dogru giden bir taksideyiz. Sınırı geçmeden son telefon konusmalarımızı yaptık.Evet, taksici amca siddetli balgam tukurdu az once bunu yol boyunca uç kez daha yapacaktı, haberi yoku henuz.

Cilvegözü  sınır kapısı; sınırdı, çizgiydi, dildi, belgeydi, damgaydı, kuyruktu, sıcaktı, erimis asfalttı...

Hatay-Antakya

Yerde hiç şaşırmadığım bir çöp, tadelle çikolatası ambalajı. Sokakta hiç şaşırmadığım bir manzara, kolu sakız dövmeli,esmer tenli, dizleri haylazlıktan kabuk bağlamış, salya sümük ağlayarak koşuşturan mahallenin çocuğu.


Hatay da herşey doğaçlamaydı.ilker defterime baktı ve bir çizimime şiir yazdı.Defterim kendini hiç bu kadar değerli hissetmemişti.


Doğaçlamaydı herşey oradaki dostluğumuz gibi, Tuğba akordeon buldu içeriden, Barış gitarını getirdi.Senem küsmüstü herhalde flütüne.Birlikte yedik içtik ürettik paylaştık, gitmeyin dediler, gidesimiz gelmedi...

Dediler

‘ Senden çektiğimi kaynanamdan çekmedim! ’ dedi bir savcı.
(Istanbul-Ankara treni lokanası)
‘ Neseli renkleri severim.’ dedi kocaman bir oyuncak ayıyla seyahat eden bir kız. (Ankara-Genclik parkı)
‘ Sizde amma uyudunuz be!’ dedi otobus muavini. (Hatay otobus terminali)
‘Plastik mi, kağıt mı, imla mı?’ diye sordu ilker. (Hatay-Sanat cıkmazı)
‘ imla.’ diye yanıtladı Senem.
‘ Mor mu, kelebek mi, kadife mi?’ diye sordu Senem.
‘ Kadife dedi ilker Senem in tahmin ettiği uzere.’
‘ Nizam yok!’ dedi taksici amca. (Suriye-Halep)
‘Aman ya rabii amaan!’ dedi Bashar. (Suriye-Halep)

7 Ağustos 2010 Cumartesi



05.08.2010

Dün yolculuğun ilk küçük adımını atıp, Ankara’ya yoldaşımın yanına bir bilet aldım.Saat 23.56 Haydarpaşa Garından ayrılalı, trenin camına dudak ve burun izi bırakalı, el sallayanların yanaklarından öpeli, Dilem ve Sevinç’in su tabancalarıyla trenin arkasından terör estireli yaklaşık yarım saat olmuş.Bırakmıyorlar ki bir tren romantizmi yapalım! Ablam aradı hemen ’ Bak şimdiden ağzını yüzünü tren camlarına sürtüyorsun!’dedi.Sonra Dilem tarafından beynime sms yoluyla bir istek parçası gönderildi.Muhtemelen önce beynime sonra dilime işleyecek birkaç  gün.Çelik ten gelsin ‘güle güle yavrum güle güle...’

Gidince yokluğumu farkedebilecek herkesle vedalaştım sanırım.Bakkal amcayla, komşumuz hacı dedeyle, farkedebilecek kadar şuurlumu bilmem ama kedim tırmıkla, yola çıkacağımı bugün öğrenip anında gözyaşı ve salya sümüğe boğulan yılların sabır taşı anneannemle... Evden pılımı pırtımı yüklenip çıkarken o klasik sorusunu sordu bir kez daha;  -Paranı, telefonunu aldın mı?  - Aldım anneanne.

Elimde Merve ile Sevinç’in verdiği yolluk defterim ve Kemal’in emektar kalemi.Burnumda Dilem’in deneysel ve keşifçi kişiliğiyle benim için keşfettiği parfüm kokusu.Çantamda ablamın her derde deva krem karışımı, annemin ekmek arası peynirli, maydonuzlu,  biberli sandviçi ve daha bir sürü şey.Bir sürü ‘ İyi yolculuklar’ ’kendine iyi bak’ lar...

Bizi gara bırakan taksici amca ‘Cennet bizim ülkemiz’ dedi ‘dört mevsim’ dedi ‘iyi yolculuklar’ dedi.







Şimdi nereden çıktı bu yolculuk



Özlem Yücel  http://ozlem-pansiyon.blogspot.com/ ve diğer destekleyenler sayesinde bir seyahat bursu oluştu. Bursun tek karşılığı ise paylaşım, yani şu oluşturduğum blogtur.

Yola başka bir bursiyer Tuğba ile çıkmaya karar verdik.Önce interrail yapmaktı niyetimiz, sonra konumumuz gereği bir doğuya bir batıya döndü yüzümüz.Uzun bir araştırma sürecinden sonra bir gün yoldaş ‘hadi bunu dinlerken karar verelim rotamıza’ diye bir şarkı gönderdi.http://www.video-klipleri.org/kargo/bogazici-klibi_88e6f1fe4.html   Bu şarkının sözleri hiç o an dinlediğim kadar anlamlı olmamıştı.Karar verdik sonunda. Rotamız önce Suriye sonra İran’a doğru olacak.Şartlar mümkün olduğunca yolculuktan haber edeceğim.Hijyenik kaygılarımızdan uzak, çıkıyoruz yola.Bitlenmeden gel dedi annem...