7 Ağustos 2010 Cumartesi



05.08.2010

Dün yolculuğun ilk küçük adımını atıp, Ankara’ya yoldaşımın yanına bir bilet aldım.Saat 23.56 Haydarpaşa Garından ayrılalı, trenin camına dudak ve burun izi bırakalı, el sallayanların yanaklarından öpeli, Dilem ve Sevinç’in su tabancalarıyla trenin arkasından terör estireli yaklaşık yarım saat olmuş.Bırakmıyorlar ki bir tren romantizmi yapalım! Ablam aradı hemen ’ Bak şimdiden ağzını yüzünü tren camlarına sürtüyorsun!’dedi.Sonra Dilem tarafından beynime sms yoluyla bir istek parçası gönderildi.Muhtemelen önce beynime sonra dilime işleyecek birkaç  gün.Çelik ten gelsin ‘güle güle yavrum güle güle...’

Gidince yokluğumu farkedebilecek herkesle vedalaştım sanırım.Bakkal amcayla, komşumuz hacı dedeyle, farkedebilecek kadar şuurlumu bilmem ama kedim tırmıkla, yola çıkacağımı bugün öğrenip anında gözyaşı ve salya sümüğe boğulan yılların sabır taşı anneannemle... Evden pılımı pırtımı yüklenip çıkarken o klasik sorusunu sordu bir kez daha;  -Paranı, telefonunu aldın mı?  - Aldım anneanne.

Elimde Merve ile Sevinç’in verdiği yolluk defterim ve Kemal’in emektar kalemi.Burnumda Dilem’in deneysel ve keşifçi kişiliğiyle benim için keşfettiği parfüm kokusu.Çantamda ablamın her derde deva krem karışımı, annemin ekmek arası peynirli, maydonuzlu,  biberli sandviçi ve daha bir sürü şey.Bir sürü ‘ İyi yolculuklar’ ’kendine iyi bak’ lar...

Bizi gara bırakan taksici amca ‘Cennet bizim ülkemiz’ dedi ‘dört mevsim’ dedi ‘iyi yolculuklar’ dedi.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder